17 Nisan 2018 Salı

Niğde Kemerhisar/ TYANA, Su Kemerleri ve Roma Havuzu


Niğde Kemerhisar/ TYANA, Su Kemerleri ve Roma Havuzu

Tyana ( Kemerhisar)                                                      18 Ekim 2016

Kapadokya’nın M.S. 17.yy’da resmen Roma illeri arasına girmesiyle, Roma dönemi kenti olan Tyana, kısa zamanda, bir sura, su kemerine ve bir hamama kavuşmuş, ilkinden birkaç parça kalmasına rağmen öbürleri bugün bile  gözle görülür  durumdadır.

Tyana’da, 2001 yılında yapılan araştırmalar sonucu başka alan ve anıtlaştırılmış  kamu yapılarının varlığına ait belirtilere ulaşılmıştır.

Ayrıca kentin hemen güneyinde, yerleşim alanını baştan başa geçen  anayolun yakınlarında son zamanlarda yer yer ortaya çıkartılmış olan kimi duvar parçalarının, Tabula Peutingeriana da, iki kuleyle gösterilmiş “konaklama yeri”nin kalıntıları olduğu ( bir çalışma sonrası) varsayılmaktadır.   

Kemerhisar’ın birkaç km. kuzeydoğusunda  Köşk Höyük’te sukemerlerine gelen suyun çıktığı yerde bulunan Roma havuz’u çok önemlidir. Burada “Zeus Asbamalos” tapınağının su kaynağının bulunduğu varsayılmaktadır.
Tyana ününü, özellikle, geleneklere göre olağanüstü bir gücü olan, imparator Settimio Severo’nun karısı Giulia Domna’yı kendisine yakınlaştırmış, bilge Apollon’a borçludur. Fiostratos, “Tyanalı Apollon’un Yaşamı” adlı yapıtında, onun onuruna tapınak yapıldığını yazmaktadır. Kentin birkaç km. doğusunda, şimdi “Direktaş” denilen büyük ören yerindeki yıkıntılar bunun kanıtı olabilir. (Kültür Bakanlığı bilgi tabelası )
















Roma Havuzu

M.S. 2-3.yüzyılda Antik TYANA ( Kemerhisar) kentinin su ihtiyacını karşılayan kaynakta yer alan havuz, düzgün kesme taşlardan yapılmış, 21 x 62,1 metre çapındadır.

1960’lı yıllarda havuzun iç kısmı temizlenmiş, restarasyonu da yapılarak bugünkü durumuna getirilmiştir.

2003 yılında yapılan kazı ve sondajlarla havuzun güney-batı yönünde Tyana’ya su taşıyan kemerlerin  çıkış noktası  olan yer altı kanalının başlangıcı da ortaya çıkarılmıştır.(bilgi tabelasından)





























16 Nisan 2018 Pazartesi

NİĞDE Ulukışla


NİĞDE Ulukışla                                                                                                          21 Ekim 2016
Ulukışla yöresi coğrafi konumu ve stratejik önemi nedeniyle hemen her dönemde canlı ve hareketli bir yöre olmuştur. Yöre tarih boyunca değişik kültürden insan topluluklarını bünyesinde barındırmıştır.
Bölgenin kayda değer ilk tarihi olayı; Hitit İmparatorluğu'na dahil oluşudur. Hititlerden sonra bölge; sırasıyla  Asurlar,  Frigler,  Persler ve  İ.Ö. 334 yılında Makedonya Kralı Büyük İskender'in eline geçmiştir.
Daha sonra Selevkos (Asya) İmparatorları ile Kapadokya Kralları arasında çekişmelere sahne olmuştur. İ.Ö. 17 - İ.S. 395 yılları arasında Roma İmparatorluğu'nun egemenliğine girmişse de İmparatorluğun ikiye ayrılmasıyla, 1075 yılına kadar Bizans İmparatorluğu'nun hakimiyetinde kalmıştır.
Ulukışla'ya bağlı Porsuk köyü sınırları içinde bulunan Zeyve Höyüğünde yapılan arkeolojik çalışmalar sonucu ele geçen buluntular Hitit, Frig ve Roma dönemlerine aittir. Kent Roma döneminde Kraliçe Faustina’ya atfen Faustinepolis adıyla anılmıştır. Roma İmparatoru Marcus Aurelius'un karısı Faustina'nın mezarı Ulukışla yakınındaki Başmakçı Köyündedir. Kent yakınındaki kale, Lülve adıyla anılmaktadır[1].
Bölge Melikşah'ın komutanlarından Emir Ahmed Danişmend Taylı ve oğlu Emir Gazi tarafından fethedilmiştir. 1156-92 tarihleri arasında hüküm süren II. İzzeddin Kılıçarslan Niğde ili topraklarını Konya Sultanlığı’na bağlamıştır. I.Gıyaseddin Keyhüsrev'in (1192-1211) oğlu, I. İzzeddin Keykavus döneminde (1211-19) Ulukışla'nın yönetim bakımından Niğde'ye bağlandığı bilinmektedir.
Niğde, 1327'de İlhanlılar’ın, 1357 tarihinden itibaren de Karamanoğullarının yönetimine girmiştir. Niğde’nin Osmanlı topraklarına katılması, Fatih'in 1466 yılında Konya'yı ele geçirmesi ve 1470 yılında İshak Paşa'nın Niğde'yi zapt etmesiyle gerçekleşmiştir.
Doğu'ya yapılan seferlerde Niğde ili bir konaklama yeri olmuştur. İran Seferinden dönen Kanuni Sultan Süleyman da 1549 yılında Ulukışla'dan geçmiştir.
Ulukışla, XVI. yüzyılda Niğde'nin Bor kazasında Secaeddin Nahiyesi XVIII. Yüzyılda Şücaeddin XIX. Yüzyılda ise Bozok Eyaletinde Şücaeddin ve Ulukışla adlarında kazaydı.
16. Yüzyılın ilk yarısında Osmanlı sadrazamlarından Öküz Mehmet Paşa tarafından yaptırılan Kervansarayın hizmete girişiyle "Ulukışlak" olarak adlandırılmış ve daha sonra halk arasında “Kışla” adıyla anılan “Öküz Mehmet Paşa Külliyesi” nedeniyle Ulukışla olarak adlandırılmıştır. İlçe daha sonraları Niğde'ye bağlanmış, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa zamanında Nevşehir’in yıldızının parlamasıyla önem kazanmıştır. Kurtuluş savaşı yıllarında Fransız işgalcilere karşı mücadele veren Kuvay-i Milliye’nin başlıca üstlerinden birisi olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla ilçe statüsü kazanmış ve Türkiye'nin en eski ilçeleri arasında yerini almıştır.  Bugün Ulukışla Niğde'ye bağlı bir ilçedir. 

Sadrazam Öküz Mehmet Paşa       Kervansarayı

Kentlerin oluşum ve gelişiminde etkin rol oynayan unsurlardan birisi de çeşitli amaçlara yönelik olarak inşa edilmiş olan konaklama ve barınma yapılarıdır  ve bu yapılar topluluğu “Külliye” olarak adlandırılır.  Özellikle 16.yy’da inşa edilmeye başlanılan menzil külliyeleridir.
Tren Ulukışlası, haç ve kervan yolları üzerinde bulunmakta,  “tarihi ipek yolu” da buradan geçmektedir. Coğrafi olarak Anadolu’nun batıya açılan kapısı niteliğinde olup ulaşım yönünden de stratejik noktadadır. Konya-Karapınar-Ereğli ve diğeri Sivas-Kayseri- Niğde üzerinden Toroslar silsilesini aşan kervan yollarının da geçtiği bir bölgedir.
Ulukışla; Haydarpaşa-Bağdat demiryolu ağı ile Adana- Ankara-Konya-Kayseri  ve Niğde vilayetlerinin kesiştiği yol kavşağı durumundadır. Bu nedenle de her dönem canlı ve hareketli bir yöre yapısındadır[2].  Bugünkü Ulukışla merkezi Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı’nın inşa edilmesiyle oluşmuştur.


Ulukışla; Öküz Mehmet Paşa Hanı, Öküz Mehmet Paşa Menzil Külliyesi, Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı, Ulu Kışlak, Ulu Han olarak da bilinmektedir. Öküz Mehmet Paşa Menzil Külliyesi  1616 yılında Sadrazam Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır.  Yapı, 9541 m2 alan üzerine inşa edilmiştir.  Yapım sırasında yabancı uyruklu ustalara çalışmış, bu kişiler kendilerine ait işaretleri yaptıkları duvarlara işlemişlerdir, fakat inşa kitabesi kayıptır. Kuzey kapısı üzerindeki kitabe kayıptır. Hamam üzerindeki alemin som altından yapıldığı ve bununda kayıp olduğu bilinmektedir.

Öküz Mehmet Paşa 1615 yılında çıktığı İran seferi sırasında geldiği bu yörede askerlerin konaklayacağı bir yer olmadığı için zorluk çekmiş ve askerlerini Erzurum’daki kışlaklara dağıtmış, kendisi de baharı beklemek üzere Halep’e gitmiştir.
Bu nedenle Sadrazam Ö.Mehmet Paşa bu külliyeyi doğuya yapılacak seferlerde ordunun barınması ve dinlenmesini sağlamak, ihtiyaçlarını gidermek amacıyla inşa ettirmiştir. Yer seçiminde Ulukışla’nın önemli bir menzil yeri olmasının büyük rolü vardır.
Mehmet Paşa’nın aslen Ulukışlalı olduğu söylenmektedir. Bu nedenle Paşa’nın memleketinde bir eser bırakmak istediği de  söylenen rivayetler arasındadır[3].



XVII. yy başlarında önemli bir asayiş sorunu olan  Celali isyanlarının bastırılamamış olması, halkın güvenliğinin de sağlanamaması ulaşımı yavaşlatmıştır.
Yeni inşa edilen, göçlerle terk edilen mahallelerin canlandırılması devlet politikası olmuş, külliye inşa edilmesi de bu politikanın bir parçası olagelmiştir.

  Külliyelde; farklı konuma iki ahır, özel geceleme mekanları ( Tabhane ), arasta, hamam, cami ve hanın dışında kuzeyinde bir çeşme bulunmaktadır. 

      Kuzeyden güneye doğru eğimli bir arazi üzerinde yer alır. Külliyenin odak yapısı doğu ve batı yönünde uzanan dikdörtgenimsi arastadır. Arasta, içinde dolaşılan üstü kapalı sokaktır. 

     Arastanın kuzey cephesi hanın avlusuna bitişiktir. Avlunun doğu ve batı revakları bu arastanın bu cephesine dik konumdadır. Arastanın avluya bağlantısı kuzey cephesinin ortasındaki kapı ile sağlanmaktadır.Kareye benzeyen bu avlunun güney kenarında  arasta, doğu ve batısında revaklar, kuzeyinde ise hücre ve eyvanlardan oluşan özel geceleme  mekanları vardır. Arastanın güneyinden camiye geçiş için özel bir kapı konmuştur.


Kervansaray’ın hamam kısmında merkezi ısıtma sistemine benzeyen bir düzenek mevcuttur. Hamamda ısıtılan suyun, duvar ve taban kısımlarına toprak büzler yardımıyla gezdirilmesi ile külliyenin ısıtılması sağlanmıştır. Ayrıca kanalizasyon sistemi bulunmaktadır. Külliyede tadilat işlerinin ilk olarak 1753 yılında yapıldığından söz edilmektedir. ( bilgi ve kroki kervansarayın duvarında bulunan bilgilendirme tabelasından alınmıştır.)
















[2]   Kervansaray bilgi tabelası
[3]  Kervansaray bilgi tabelası

15 Nisan 2018 Pazar

Sivas Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası




Sivas Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası



Darüşşifa ( Turan Melek Darüşşifası )
Divriği Ulucami’ye güney yönünden bitişik olan Darüşşifa ( Turan Melek darüşşifası), Erzincan Emiri Behram Şah’ın kızı Melike Turan tarafından 1228/ 29yılında yaptırılmıştır. Görkemli ve zengin süslemelerle bezeli taç kapısı, dört eyvanlı, kapalı avlu plan şemasıyla, Orta Asya Türk yapı geleneğine bağlı, benzersiz bir Mengücekli anıtıdır. 1205 tarihli Kayseri ve 1217 trihli Sivas Darüşşifası  gibi Divriği Darüşşifası da günümüze bozulmadan gelen  en eski Selçuklu tıp merkezlerinden biridir.  Darüşşifa kapısı, yükseklik ve plan bakımından yepyeni özellikler gösterir. Yarım bir eyvan görümünde olan taç kapının kemeri, işlemeleri ile baş bağı veya tacı andırmaktadır.
Yüksekliği 14 m. ve derinliği 10.5 m. olan kapının sol payesinde, üçgenler içinde gizlenmiş  bir ustalar rölyefi vardır.  Taç kapının dış sütun demetlerinin üzerinde biri sol diğeri sağ tarafta  erkek ve belirgin örgülü saçı ile kadın başı kabartmaları yer alır ki bunların  Sivas Darüşşifası’nın ana eyvanının iki yanında bulunan kadın ve erkek kabartmalarında olduğu gibi ay ve güneşi simgelediği düşünülmektedir.
Tabandan yükselen ve sütun demetleri, kapı üzerinde yer alan diskler, kartuşlar plastik biçimli palmetler, şık gölge oyunları ile olağanüstü bir sanatı simgeler. Kapı kavsarasının altına gelen alınlık da yıldız motifleri ile dekore edilmiştir. Alınlığın altında birinci kata ışık veren pencere bulunur. Bu dikdörtgen ve bölmeli pencere, son derece zarif işlemeli bir sütuncuğun ardında olup, bombeli bir profille sınırlandırılmıştır. Bu anıtsal kapıda, büyük ve kitlesel taşlar ustalıkla ve özellikle yıldız ve ay motifleri, palmet örnekleri, yaprak frizleri, yuvarlak dilimli yelpazeler, bir çok süsleme ile uyum içinde, görenlere hayranlık uyandıran zevk ve inceliği ile sunulmaktadır.
Darüşşifa’da iki kitabe vardır. Girişin üzerinde yer alan ilk kitabede, binanın1228 tarihinde Melike Turan Melek  tarafından yaptırıldığı, içeride büyük eyvanın sonunda kubbe kavsine yakın bir diğer kitabede ise “Ahlatlı.. Hürremşah Eseri” olduğu belirtilmektedir. Bu anıtsal kapıdan içeri girilince sağ ve solunda birer odanın  bulunduğu giriş eyvanına, oradan ikinci bir kapıyla da iç avluya ulaşılır.




Revaklı avlu dört eyvanlı iki katlıdır. Avlunun ortasında  küçük bir havuz vardır. Ana eyvanın kuzeyinde dıştan kırk premidal, içten kubbeli türbe bulunmaktadır. Türbede Ahmet Şah, eşi ve ailesine ait onaltı mezar bulunmaktadır. Bunlardan  iki tanesi çini ile kaplı olup Ahmet Şah ve Turan Melek’e aittir. Türbe bir pencere ile camiyle bağlantılıdır. Drüşşifa’nın yönetimi ile ilgili eski vakıfta  XIV.yy sonlarında düzenlenmiş olup, Turan Melek’in orijinal vakfiyesi bulunamamıştır. XIV. Yy sonlarında düzenlenen  vakfiyede, Darüşşifa’nın yalnızca yaptırıcısının değil, yönetici ve mütevellilerinin de hep kadınlardan oluştuğu anlaşılmaktadır.
UNESCO’nun koruma çalışmaları kapsamında yürütülen “Dünya Kültür Mirası” listesinde bulunmaktadır. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifa’sı, özgün  mimarisi, estetik ve kültürel, evrensel değeri  ve ayrıca, 13.yy’da kadın-erkek eşitliğini de simgeleyen bir anıt, eser olarak 1985 yılında bu listeye alınmıştır [1].



Divriği Camii ve Darüşşifası (uzaktan) ve Divriği Camii'nden Divriği Kalesi 


Divriği Ulu Camii
Divriği Ulu Camii ve Darülşifası, Divriği Kalesi’nin güneyinde, Iğınbat Tepesi’nin  batı eteğinde yükselmektedir. Divriği Ulu Camii, Kale Camii’ni de yaptıran Mengücek beyi Şahinşah torunu ve Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah tarafından 1228/1229 yıllarında yaptırılmaya başlanmıştır. Anıtın baş mimamrı Ahlat’lı Hürremşah’tır. Mükemmel bir işçilikle yapılmış olan ve 1240 tarihini taşıyan camiin ahşap minberi Tiflisli İbrahim oğlu Ahmet adlı bir sanatkara aittir.  Ulu Cami’nin orijinal vakfiyesinin tarihi 1243’tür.

Cami, 14 sütunlu mihrap duvarına dikey 5 sahından oluşmakta ve üstü 19 tonuz ve 6 kubbe ile örtülüdür.  Sekiz köşeli olan sütunlar geniş başlıkları taşımakta olup duvarların kalınlığı 148 cm’dir. Mihrap biçim ve dekoratif özellikler açısından Anadolu’da tektir ve bezemelerinin tamamlanamadığı anlaşılmaktadır.  Cami’nin kıble kapısı ( kuzey kapısı), batı yönünde çıkış kapısı olan çarşı kapısı ( batı kapısı)  ve doğuda yer alan  Şah Kapısı olmak üzere üç girişi vardır.
Cami’de isim ve tarih veren dört kitabe, dört usta imzası ve ayrıca besmele, ayet ve dua yazılı olan yazılı olan 21 adet pano bulunmaktadır.


Kıble kapısı (kuzey taç kapısı) Selçuklu yapılarının kapılarında olduğu, yapıya göre daha yüksek ve dışa taşıntılı biçimdedir, yüksekliği 14,5 m., eni 11.5 m., derinliği ise 4,5 m.dir. Portal
duvar cephesinden dışarı doğru 1,6 m. taşırılmıştır. 



Taç kapının iki kanadında simetri izlenimi verilerek arka arkaya sıralanan, hemen hemen bağımsız durumda yüksek kabartmalar, her dalında  ufak ağaçların, ince sütunlardan kocaman yaprakların, ayna denilen ve üzerleri  yıldız  kabartmalı yuvarlak levhaların çıktığı plastik bir görünüm sergilemekte, kapının her iki yanında  karma motifler  ve vazo motifi yer almaktadır. Kıble kapısının plan ve bezemeleri, benzerine asla rastlanmayan bir tasarım hüneri sergileyen, kompozisyonu, cephe güzelliği, malzeme seçimi, kabarmaları, plastiği, anıtsal etki ve ışık gölge derinlikleri yönünden üstünlük taşımaktadır. Sanatkar sanki bitki motifleri ile bir cennet bahçesi tasarlamıştır. Kapıda yer alan iki kitabenin ince iki satırlık olanında Alaaddin Keykubat döneminde yapıldığı, iri harfli, yüksek kabartmalı ve zemini çiçek motifli olan diğer kitabede ise 1228 yılında Süleyman Şah  oğlu Ahmed Şah tarafından yapıldığı  belirtilmektedir.  Caminin batı yönünde bulunan Çarşı kapısı yüksekliği 9,5 m., eni 6 m., ve taşıntısı ise 1,4 m.’dir. Selçuklu sanatında rastlanmayan özellikteki bu kapı üzerinde ayrı bir kitabe daha bulunmakta olup kapının bütün yüzeyi, ince ayrıntılarla ve zengin bitkisel motiflerle bezenmiştir. Bu süsleme, adeta bir halı ve eşsiz desenlerle  bezeli bir kumaşa  benzetilmektedir. Kapı çıkıntısının sağ ve sol yüzeyinde iki ayrı çift başlı kartal motifleri bulunmakta olup,kuzey taraftaki motifin hemen yanında tek başlı bir kuş daha yer almaktadır. Pek çok hanedan tarafından kudret ve egemenlik  simgesi olarak kullanılan bu semboller çok zarif işlenmiştir.
 
Doğu yönündeki şah kapı, fonksiyonuna uygun olarak “Taht Kapısı” olarak bilinmektedir. Yüzeyi bitkisel, geometrik,yıldız, düğüm, saç örgüsü motifleri ile bezemelidir. Minare, caminin  kuzeybatı köşesinde yer alır. Silindirik gövdeli olan minare Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1623’te inşa ettirilmiştir. darüşşifası UNESCO Dünya Mirası listesinde yer almaktadır. ( Caminin Bilgi Tabelasından )


















[1]  Darüşşifa’daki bilgi tabelasından 

3 Nisan 2018 Salı

KONYA, Alaaddin Tepesi ve Alaaddin Camii, Şerafeddin Camii, İplikçi Camii, Kyoto Japon Parkı, İnce Minare Medrese, Karatay Medresesi, Sahip Ata Camii, Sırçalı Medrese, Mevlana Celaleddin Rumi



                                                                          17. Ekim 2016

KONYA

Konya Kısa Tarihçesi

Konya ve çevresinde yerleşik düzen “Prehistoric”/ tarih öncesi çağlardan başlamaktadır ve bu çağ içinde Neolitik- Kaltolitik-Erken Bronz çağı kültürleri görülür. Bu çağın iskan yeri olan höyükler, Konya il sınırları içinde yer alır ve neolitik döneme ( MÖ. 7000-5500 ) ait buluntular Çatal höyük’teki arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Konya il sınırları içinde bulunan Karahöyük’te ise Hitit yerleşimleri görülür[1].
Trakya’dan Anadolu’ya göç eden Frig kavimleri Hitit egemenliğine son vermişlerdir. Alaaddin Tepesi, Karapınar, Gıcıkışla ve Sızma gibi bölgelerden elde edilen buluntular MÖ VII yy’a aittir. Friglerden sonra “Kwania”/ Konya,  Lidya’lılar ve Büyük İskender’in istilasına uğramış, daha sonra da Anadolu’da Roma hakimiyeti sırasında “Iconium” olarak varlığını sürdürmüştür (MÖ 25).
Antakya’dan Toros dağlarını aşarak Anadolu’ya gelen Hıristiyan azizlerinden  St.Paul, misyonerlik ziyaretlerini bugün Yalvaç civarında bulunan “Pisidia Antiochia”/ Pisidia Antakya’sına ve “Iconium”/ Konya’ya ve civarına yaptığı, bu ziyaretlerden sonra bu bölgelerde Hıristiyanlığın yayıldığı bilinmektedir[2].
St.Paul günlerinden sonra Konya’nın bol miktarda bulunan yazıtlardan  Konya’nın Roma askeri kolonisi olduğu görülmektedir. Bugün Roma İmparatorluğu ile ilgili buluntular, lahit ve yazıtlar Konya Arkeoloji Müzesi’nde bulunmaktadır.
Hatunsaray, Lystra (Derbeş), Leodika (Ladik), Sille önemli Bizans yerleşimleri olmuş,  İslamiyet’in Anadolu’da yayılmasıyla Bizans/ İstanbul’a Arap akınları başlamış, Emevi ve Abbasiler Konya üzerinden akınlar yapmışlardır[3].

1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra 1072 ’de Alpaslan’ın ölümü sonrası Kutalmış oğullarından Süleyman Şah, Anadolu’ya gelmiş,   Anadolu’nun büyük bir kısmı ve “Kostantinopolis”/ İstanbul yakınındaki “Nikea”/ İznik şehri ve Konya, Selçuklular tarafından  Bizanslıların elinden alınmıştır.                                                          Anadolu Selçuklu Sultanı Süleyman Şah, 1076 yılında Konya’yı başkent yapmış, 1080 yılında ise başkent İznik’e taşınmıştır.


I. Kılıçaslan 1097 yılında başkenti tekrar Konya’ya taşımış, 1097 ile 1277 yılları arasında Konya kesintisiz Selçuklu başkenti olmayı sürdürmüştür. 1277’de Karaman oğlu Mehmet Bey tarafından zapt edilerek Konya, Karamanoğlu Devleti hakimiyetine girmiş, 1442’de de Osmanlı Padişahı  II.Murat, Karamanoğlu hakimiyetine son  vermiştir.                                                                    

Konya, Osmanlı devleti zamanında da önemini, ekonomik yapısını  korumuştur. Yavuz Sultan Selim Han Mısır ve İran seferleri sırasında, Kanuni Sultan Süleyman Han İran, IV.Murat Han ise Bağdat seferi sırasında Konya’da konaklamıştır.
Cumhuriyet döneminde de büyüyen ve gelişen Konya, tarihi eserleriyle bir açık hava müzesi olarak da varlığını sürdürmektedir[4].
  

   Konya’dan Görseller

   Konya  Sanayi Mektebi










Bugün İl Özel İdaresi tarafından kullanılan Yapı; Merkez Bankası, İplikçi Camii, Ziraat Bankası, PTT, Hacı Hasan Camii,Hükümet Konağı,Eski Osmanlı Bankası, Şerafeddin Camii, Ali Efendi Muallimhanesi ve Mahkeme Hamamı ile çevrili olan tarihi meydan alanı içerisinde yer almaktadır. 1870 yılında Konya valisi Ahmet Tevfik Paşa girişimiyle bir Sanayihane açılmış[5]

bunu 1898 yılında yıktırılan Konya Bedesteni yerine[6] 

dönemin valisi Mehmet Ferit Paşa tarafından  inşa ettirilen Konya Sanayi Mektebi izlemiş, 1901 yılında eğitime açılmıştır[7].

Yapının inşasında vilayet başmühendisi Şefik Bey görevlendirilmiş, 

Konya Sanatlar Mektebi, 
Erkek Sanat Enstitüsü, 
Konya Erkek Lisesi, 
Karatay Lisesi 

olarak kullanılan yapı 1979’da yangın geçirmiş ve 1982 yılında Konya İl Özel İdaresi tarafından, Selçuk Üniversitesi Döner Sermaye İşletmesi ile yapılan protokolle bugünkü işlevine uygun olarak restore ettirilmiştir


PTT Binası (1928) [8]




“Milli mimari, Milli Mimari Rönesans’ı, Milli Mimari Üslubu, Neo-Klasik Üslup olarak ortaya çıkan, 1970’lerden sonra “Birinci Ulusal Mimarlık Akımı” diye adlandırılan bu akım, XIX. yüzyıl sonlarında başlamış, 1908 de II. Meşrutiyetin ilanı ile gelişmiş ve 1930’lu yıllara kadar devam etmiştir.
Ulusal Mimarlık Dönemi, mimarlıkta batılılaşma eğilimine ilk ciddi tepkilerin gösterildiği, mimarinin yabancı etkilerden ve yabancı mimarlardan arıtılmasına çaba harcandığı bir süreç olarak dikkat çeker.”[9]



Ziraat Bankası  (1928,  Konya, Tarihi alan çevresi 



Şerafeddin Camii


Konya Şerafeddin camii, yakından ve uzaktan görünüş

















      Klasik Osmanlı camilerinin yapılarına sahip bir yapıdır. Caminin yerinde ilk olarak XIII. yy ortalarında Şeyh Şerafedin Mesud tarafından bir cami yapılmış olduğu bilinmektedir. 

         1636 yılında bugünkü cami Memi Bey tarafından inşa edilmiştir. Planı Selimiye Camiine benzer. Harimi örten tek ana kubbe kıble yönünde bir yarım kubbe ile desteklenmiş, ana kubbe ise dört fil ayağına oturtulmuştur[10].




































Mahkeme Hamamı
























Muhakeme hamamı, çifte hamam olarak 15.yy’ın ilk yarısında Karamanoğlu II. İbrahim bey zamanında yapılmıştır. Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir. Her iki bölümün planı. Haçvari dört eyvanlı· köşeli hücre tiptedir.  Osmanlılarda ise klasik eyvan modeline rastlansa da daha çok bir tarafı açık kubbeli yapılar  olarak karşımıza çıkar. 


İplikçi Camii  



İplikçi Camii, 1201 yılından önce  Ebul Fazl -Abdülcebbar tarafından yaptırılmıştır. 
Harim iki destek sırası ile üç sahne ayrılmıştır.  1332  yılında Hacı Ebubekr tarafından genişletilmiş, mihrabın sağ ve solundaki kanatlar yapılmıştır.

Osmanlı döneminde yangın geçirmiş, sonra onarılmıştır. En son onarım 1945 yılında yapılmış, 1953- 59 yıllarında Arkeoloji Müzesi olarak işlev görmüştür.  


1960 yılından sonra ibadete açılmıştır. Camii iplikçiler çarşısında bulunduğu için İplikçi Camii adını almıştır[11].
 Alaaddin Caddesi üzerinde bulunmaktadır.
İplikçi Camii bahçesine ilişkin çevre düzenlenme projesi Konya KTVK Kurulunca uygun görülerek camii bahçesinin genişletilmesine yönelik kamulaştırma çalışmaları ve uygulamalar sonuçlandırılmıştır[12].


































    Konya, Kyoto Japon Parkı ( şehrin ortasında bir cennet )
Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından 2010 yılında hizmete sunulan ve 36 bin metrekarelik alanıyla Türkiye’nin en büyük Japon Bahçesi olan Konya Japon Parkı, Konya ile Kyoto arasında kardeşlik ilişkilerinin geliştirilmesi amacıyla yaptırılmıştır.                                                               

          Hergün 8.oo- 23.oo saatleri arasında hizmet veren Park, özel günlerde davet ve organizasyonlarda da hizmetlerini devam ettiriyor





                                                                 Şehrin ortasında bir cennet: Kyoto Japon Parkı




 

İnce Minare Medrese/ 


T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı İnce Minare Taş ve Ahşap Eserler Müzesi




       Konya İli, Selçuklu İlçesi’nde, Alaaddin Tepesi’nin  batısındadır. 
     
      Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus Devrinde Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından,    hadis ilmi öğretilmek üzere inşa ettirilmiştir[13]

      1258- 1279 yılları arasında inşa ettirilen  Medrese, 1956 yılında Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak hizmete açılmıştır. Müzede; Selçuklu, Karamanoğlu ve Osmanlı dönemine ait eserler sergilenmektedir[14].

      Konya İli, Selçuklu İlçesi’nde, Alaaddin Tepesi’nin batısındadır. 
       
        Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus Devrinde Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından, hadis ilmi öğretilmek üzere inşa ettirilmiştir[15]

         1258- 1279 yılları arasında inşa ettirilen  Medrese, 1956 yılında Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak hizmete açılmıştır. Müzede; Selçuklu, Karamanoğlu ve Osmanlı dönemine ait eserler sergilenmektedir[16].

Yapının mimarı Keluk bin Abdullah'tır. Darü-l Hadis, Selçuklu Devrinin avlusu kapalı medreseleri grubundadır. Tek eyvanlıdır.





Doğusunda yer alan taçkapı, Selçuklu Devri taş işçiliğinin en güzel örnekleri arasındadır. Giriş kemerinin iki tarafında yer alan üçer küçük sütun ve kemer kavsarası bitkisel ve geometrik motiflerle süslüdür. Cepheden bakıldığında fark edilemeyen bu mekân, binanın esas eyvanı için simetri teşkil etmektedir. Kubbeye geçiş pandantiflerle sağlanmıştır. Kubbe kasnağında kûfi yazı ile "El-Mülkü-Lillah" "Ayet'el Kürsi" yazılıdır.
 Yapı ışığını, mazgal ve dikdörtgen pencereler ile kubbede yer alan fenerden sağlamaktadır. Girişin karşısında avludan üç basamakla çıkılan basık tonozlu eyvan yer almaktadır. Eyvanın iki yanında kare planlı, kubbeli birer dershane odası vardır.
Anıtsal yapının ön cephesi kesme taştandır ve yan duvarlarının dış cepheleri moloz taştan yapılmıştır. İç mekânlarda tuğla hem statik, hem de dekoratif amaçlı kullanılmıştır. Kuzeyinde yer alan mescitten bugün yalnız tuğla örgülü mihrabı kalmıştır.
Yapıya adını veren minarenin kaide kısmı muntazam kesme taş kaplamalıdır. Beden kısmı tamamen tuğla örgülüdür. Minare turkuvaz renginde, beyaz hamurlu tuğlalarla örülmüştür. Minarenin orijinali iki şerefeli iken, 1901 yılında düşen yıldırım, iki şerefeden birini tahrip etmiştir.       

İnce Minareli Medrese XIX. yüzyılın sonuna kadar faaliyetini sürdürmüştür. 1876-1899 yıllarında tamir edildiği bilinmektedir. Cumhuriyet Devrinde 1936 yılında başlayan çeşitli onarım çalışmalarından sonra, 1956 yılında Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak hizmete açılmıştır

İnce Minâre Dârü’l- Hadîsi














































































      Müzede Selçuklu ve Karamanoğlu Devrine ait 
      
       taş ve mermer üzerine oyma tekniği ile yazılmış inşa ve tamir kitabeleri, 
      Konya Kalesi'ne ait yüksek kabartma rölyefler, 

      çeşitli ahşap malzemeye  oyma tekniği ile yapılmış geometrik ve bitkisel motiflerle bezenmiş kapı ve pencere kanatları,

      ahşap tavan göbeği örnekleri ve 
  
      mermer üzerine işlenmiş mezar şahidesi ve sandukalar teşhir edilmektedir.


Başkenti Konya olan Selçukluların sembolü;
             ·        çift başlı kartal, ve
             ·        kanatlı melek figürlerinin
      en güzel örnekleri de bu müzede   sergilenmektedir. 
                     

                                                                     13.yy  Selçuklu                                                                                                   
                                                                                                        Kanatlı Melek



























   
     
                  Güneş Saati, Osmanlı 1211 H- 1797 M                                               







Alâaddin Tepesi




Bilimsel çalışmalar ve kazılar; üzerinde Selçuklu dönemi eseri Alaaddin Camii ’nin bulunduğu  Alaaddin Tepesi’nin, tıpkı Çatalhöyük gibi yaklaşık 9 bin yıllık bir tarihe sahip olduğunu,  9 bin yıllık bir höyük[1] ve Konya’da yaşamın ilk başladığı yer olma özelliğini taşıdığını ortaya koymuştur.
Alaaddin Tepesi;  sadece 9 bin yıl önceki insana ait kalıntıların değil Frigler, Hititler ve daha da önemlisi Anadolu’da ilk Türk medeniyetini kuran Anadolu Selçuklu Devleti’nin izlerinin bulunduğu, Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi, Sultan Alaaddin’in sarayının kalıntıları ile tarihi Alaaddin Camii’nin bulunduğu bir bölgedir.
    Konya’yı Bizanslılardan alarak başşehir yapan  Anadolu Selçukluları, tarihi kalkolatik çağlara kadar uzanan, eski Konya (İconium) un ören yeri olan höyük ve şehrin ortasında, etrafı bir iç kal’a ile çevrili bu tepe   üzerine  saraylarını ve Alaaddin Camii’ini yaptırmışlardır.



Alâaddin Tepesi  Şehitler  Anıtı





Alâaddin Camii


Camiin minberi ve türbe, kapı ve duvarları üzerinde bulunan kitabeler, camiin yapımına Selçuklu sultanı I. Rükneddin Mesud’un ( 1116- 1156) son devirlerinde başlanmış, II.Kılıç Arslan ( 1156-1192 ) ve I.İzzettin Keykavus ( 1210-1219) devirlerinde devam edilerek 1220 yılında I.Alaaddin Keykubad tarafından bitirilmiş olduğunu ve Alaaddin Camii adını aldığını göstermektedir.
Camiin, bugün mihrabı ve minberinin bulunduğu kubbeli bölümü 1 Rükneddin Mes’ud, camii dahilindeki klasik Selçuklu  devri kümbetleri tipindeki  Türbeyi de Sultan II. Kılıç Aslan’ın yaptırdığı anlaşılmaktadır. Caminin batısındaki mahfel· bölümü ile  doğusundaki  sütunlu ve vu sütunlara dayanan kemerler ile neflere ayrılmış bölüme, I. İzzeddin Keykavus zamanına başlanmış, 1. Alladdin Keykubat  tarafından tamamlanmıştır[16].
           
            Caminin mihrabı önüne kubbeli bir sahn bulunmaktadır. İki köşesi duvara, iki köşesi de sütunlara oturan kubbenin kasnağı, renkli mozaik Selçuklu çinileri ile kaplıdır. Kubbe içten tamamen çinilerle kaplı iken zamanla dökülmüş, çiniler yalnız kasnak kısmına kalmıştır. Mihrap da çinilerle kaplı iken, zamanla bozulmuş ve bozuk yerler alçı üzerine kalem işi şeklinde sonradan tamamlanmıştır.  1307 R. (1891 M.) tarihindeki onarımda mihrap mermer olarak oluşturulmuştur.













      




















                      

                
Minber abanoz ağacından ve  birbirine geçme   “kündekari”  işçilikle meydana getirilmiştir. 
Anadolu Selçuklu devrinin tanınmış bir eseri olan bu minberin yan yüzleri, kapı şövalyeleri ve alınlığı, arabesk ve rumii motiflerle, küfi sülüs yazılarla süslüdür. 
Minber üzerindeki kitabelere göre bu şaheser; 550 H, yılı Recep ayında ( Eylül 1155)  Ahlatlı Hacı Mengim Berti adlı sanatkar tarafından Sultan I.Mesud ve II. Kılıç Arlan zamanında yapılmıştır. Yapımı 40 yıla tamamlanmıştır.
Camide toplam 57  mermer sütun, 8 tane kesme taşlı sütun, 2 tane içeride fil ayağı sütun, 5 tane de dış duvarda  fil ayağı sütun vardır. 
13 kemerle tutturulmuş salonda  yüksekçe yapılmış bir de sultan Mahfeli mevcuttur. 
Cami dört tarafta bulunan pencerelerden ışık almaktadır. Kuzeyinde 2, doğusunda bir kapısı bulunmaktadır.
Minber kitabesi, minber kapısı üzerindedir. (KUFİ) ( Din ve dünyanın sevgilisi, fetih babası, ( fetihler sahibi) müminler emirinin yardımcısı Kılıç aslan oğlu Mes’ud )
Minber kapısının alınlığında; (Bugün mülk kimindir? Tek ve Kahhar olan Allah’ındır.) yazılıdır. Sure ( Mumin ) -16.Ayet

























Karatay Medresesi




Karatay  Medresesi, Selçuklu Devlet adamı Celaleddin Karatay ( ? - 1254 )  tarafından yaptırılmıştır.
Celaleddin Karatay  1212 yılında  I. Keykubat döneminde devlet hizmetine girmiştir. Ne zaman doğduğu ve hangi aileye mensup olduğu hakkında bilgi mevcut değildir. 1252 yılına kadar 40 yıl devlet hizmetinde kalan Celaleddin Karatay, saray ileri gelenleri ve halkın teveccühünü kazanmıştır.  İlk görev yıllarında emir-i devlet ( katip)  görevinde, 18 yıl boyunca da Alaaddin Keykubad’ın sipahsalarlığını/ komutanlığını ve taşdarlığını / konak emirliğini yürütmüştür. 
Alaaddin Keykubat’ın ölümünden sonra (1243) II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından kendisine ikinci bir görev  olarak Hazine- Hassa emirliği görevi verilmiştir. 1249 yılına kadar bu görevi yürüten Celaleddin Karatay bunan sonra  atabeglig (Atabeg-i Rumi) mevkiine geçmiş ve ölünceye kadar bu mevkide kalmıştır.

İdareciliği süresince  mütevazılığı, dindarlığı ve sadeliğiyle tanınmış olan Celaleddin Karatay, yaşadığı dönemin ilim ve sanat hayatına da büyük katkılarda bulunmuştur. 1240 yılında Kayseri-Elbistan yolu üzerinde yaptırdığı kervansarayı, 1250 yılında Antalya’da yaptırdığı Dârü’s-Sühâsı/ Salihler evi ve 1251 yılında Konya’da yaptırdığı medresesi tanınmış eserleridir[17].
Karatay Medresesi, II. İzzettin Keykâvus döneminde Emir Celaleddin Karatay tarafından, 649 H./  1251 M. Yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Osmanlılar döneminde de kullanılan medrese XIX.yy sonlarına terk edilmiştir.
Anadolu Selçuklu Dönemi çini işçiliğinde önemli yeri bulunan Karatay Medresesi 1955 yılında “Çini Eserler Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır.
Hadis ve tefsir ilimleri okutmak üzere “kapalı avlulu medrese” plan tipinde tek eyvanlı ve tek katlı olarak  yapılmıştır.
Giriş doğudan gök ve beyaz renkli mermerden yapılmış kapı ile sağlanmış ve Selçuklu taş işçiliğinin  eşsiz bir örneğini teşkil eder. Kapının üzerinde yapımı ile ilgili kitabe yer almış, diğer yüzeylerinde ise seçme ayet ve hadislere yer verilmiştir[18].Kapıdan önce; kubbeyle örtülü (şimdi üzeri açık) bir avluya, buradan da bir kapı ile medreseye girilir. Medrese avlusunun üzeri, merkezinde aydınlanma feneri bulunan  mozaik çinilerle kaplı  kubbe ile örtülüdür. Kubbe kasnağında duvarların üst kısımlarındaki bordürlerle  ve hücre kapıları üzerindeki panolarda  ayetler yazılıdır. Binanın batı yönündeki beşik tonozlu  ana eyvanın kemerinde  Besmele ve Ayete’l Kürsî yer almaktadır. Kubbeye geçiş elemanı olan  üçgenlerde  Muhammed, İsa, Musa ve Davut peygamberlerin isimleri ile dört halife; Ebubekir, Ömer, Osman, Ali’nin isimleri bulunmaktadır.
Eyvanın kuzeyindeki kubbeli hücre Celaleddin Karatay’ın türbesidir, zarar görüp yıkıldığı için 2006’da restorasyon çalışmalarıyla kurtarılmıştır. 

Medrese duvarlarındaki mozaik çinilerin büyük kısmı geçmişte dökülmüştür. Çinilerde kullanılan renkler; turkuaz (firuze), lacivert ve siyahtır.
Yapılan kurtarma çalışmasında ana eyvan içerisinde doğu-batı yönünde üzeri ahşap hatıllarla kapatılmış bir kanal ortaya çıkartılmıştır. Eyvanın  kuzeyinde bulunan hücrede orta avlu kenarında bulunan su giderlerinin tahliyesi için yapılmış künk kanal tespit edilmiş ve bir bölümünün üzeri cam ile kapatılarak teşhir edilmiştir. 

                                                                Karatay Medresesi karşıdan






                                                    Karatay Medresesi  içinden  kareler                                       


          







     
      1254 yılında Kayseri’de hastalanarak vefat eden Celaleddin Karatay, Konya’ya getirilerek yaptırdığı Karatay Medresesi içinde bulunan türbesine tahnit  edilerek/ mumyalanarak defnedilmişti..




























                                     Türbe ve tavanı








Karatay Medresesi/ Müzesinde sergilenen Selçuklu dönemi çini sanatı örnekleri 









Sahip Ata Camii



1258 yılında Selçuklu veziri Sahip Ata tarafından mimar Kelûk bin Abdullah’a yaptırılmıştır.
Larende  Caddesi üzerinde yer alan cami külliyenin en eski yapısıdır. Caminin  yanında türbe, hankah, hamam, çeşme ve dükkanlar bulunmaktadır.
1871 yılında yangın geçiren camii yerine bugünkü düz çatılı, beş sahınlı  haliyle cami inşa edilmiştir. Eski caminin kıble duvarı, mihrabı ve anıtsal portali günümüze kadar gelmiştir. Yanan camiden kalan ayaklar ve başlıklar caminin ahşap direkli, kirişleme çatı üzerine toprak örtülü olarak inşa edildiğini göstermektedir.
Caminin portali; taş,  tuğla, çini mozaik işçiliği bakımından eşsizdir. Minarelerden soldaki yıkılmıştır. Portalin iki yanında emzikli sebil bulunmaktadır. Mozaik çini mihrabı dikkat çekicidir.












Medrese Eğitimi




        Medreseler İslam ve fen ilimlerinin okutulduğu yüksek öğrenim seviyesinde  eğitim veren kurumlardır.
Medreselerin ilk olarak devlet eli ile kurulması, X.yüzyılda  Kara hanlılar zamanında olmuştur.  Medreselerin kuruluş ve gelişmesinde  Büyük Selçuklu Türklerinin rolü büyüktür.
Medreseler arasında gerçek anlamda ihtisaslaşma, Anadolu Selçuklu  Devleti’nde görülmektedir. Örneğin Konya’da İnce Minareli Medrese’de Hadis, Sırçalı Medrese’de fıkıh, Kayseri’de Çifte Medrese’de tıp, Kırşehir ve Kütahya Medreseleri’nde heyet ve nücûm ( gök) bilimleri öğretilmiştir.
Osmanlı döneminde medreselerde bir derecelendirmeye ve düzenlemeye gidilmiş olup, özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminde belirgin bir sistem benimsenmiştir.
Medrese hocalarına  “müderris”/ profesör, yardımcılarına da “muîd”/  asistan, araştırma görevlisi denirdi.  Medrese talebeleri de  “dânişmend”,   “suhte” veya “talebe” olarak adlandırılırdı.  
Hükümdar ya da mali kudrete sahip bulunan herhangi bir şahıs tarafından medrese kurulabilir ve bir vakfiye ile işletilmesi sağlanırdı.
Medrese öğretimi parasız olup öğrencilerin barınma ve beslenme masrafları vakıf gelirinden karşılanır, ayrıca harçlık da verilirdi.
Müderrisler, muîdler ve medresenin diğer görevlilerinin maaşları da yine  vakıf gelirinden ödenirdi.
Vakfiyelerde çeşitli idari ve hukuki hükümler yer alır, giderlerin yanında gelir kaynakları da açıkça belirtilirdi.
Müderrisler hem eğitimi yürütür hem de idari işleri yaparlardı.
Müderrislerin bilgi ve ehliyetlerinin yanı sıra mensup oldukları mezhep de önem taşır ve bu husus vakfiyede belirtilirdi.
Muîd, müderris tarafından kıdemli öğrenciler arasından seçilirdi. Görevi ilk seviyedeki öğrencilerle meşgul olmak, onlara derslerini ezberleyinceye kadar tekrar ettirmekti.

           Mevcut vakfiyelerden anlaşıldığına göre Anadolu Selçuklu medreselerinde ekseriyetle 2 muîd, 20 ila 40 arasında öğrenci bulunurdu.   




Sırçalı Medrese




                             

 

     Sırçalı Medrese  Anadolu Selçukluları devrinin açık avlulu ve eyvanlı tiplerinden biridir. 

      Selçuklu sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev II zamanında fıkıh ilmi okutulmak üzere Bedrettin Müslih tarafından  640 H. (1242 M. ) miladi yılında yaptırılmıştır.

Banisine izafeten bir adı da  Muslihiye Medresesidir. 


      Mimarının Tus’lu Osman oğlu Mehmet olduğu  eyvanın sol  kemeri üzerindeki  çini kitabeden anlaşılmaktadır. 


Medrese çini mozaiklerle süslü olduğu için “Sırçalı Medrese” olarak  adlandırılmıştır.

      Medresenin doğusunda kesme taşlardan yapılmış arabesklerle süslü bir portal vardır. buradan tonozla örtülü giriş eyvanına geçilir. 

      Giriş eyvanının sağında Bedrettin Muslih ailesine ait  bir türbe mevcuttur.  Türbenin basık tonozlu üst örtüsü hasır örgüsü  şeklinde sırlı tuğlayla süslüdür. 


Medrese avlusunun karşısında  karşısında sivri kemerli ve mihraplı eyvanı, bu eyvanın sağ ve solunda üst örtüleri kubbeli kışlık dershane odaları yer alır. Eserin kuzey ve güneyinde talebe hücreleri sıralanır. 

                Medresenin firuze, lacivert, patlıcan moru ve kahve renkli mozaik çinilerden  büyük bir kısmı dökülmüştür. Anadolu Selçukluları devrinin bir sanat şaheseridir[19].






        Mevlâna Celaleddin Rumi ( 1207-1273 )


Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur.
Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.
Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı.
Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldi. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdıkları medreseye yerleşti[1].
1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmı Selçuklu Devletinin egemenliği altında idi. Konya ise bu devletin başşehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve devletin hükümdarı Alâeddin Keykubad idi. Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.
Bahaeddin Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni tahsis etti. Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'na bugünkü yerine defnedildi.
Sultânü'l-Ulemâ ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.
Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.








Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını vasiyeti üzerine Sadrettin Konevi kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevi çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırdı.




















     Mevlana Müzesi






    





[1]    Nurcan İnci Fırat, Konya’daki Eski Sanayi Mektebi, s.347,  
[2]    Ali Baş, Tolga Bozkurt, Konya Bedesteni,  s. 514  file:///C:/Users/pc/Downloads/780-1542-1-SM.pdf,
[3]    Remzi Duran, Gülay Apa, Tolga Bozkurt, Mustafa Çetinaslan,  Konya’daki Geç Dönem Osmanlı Yapıları,  s.241   http://www.akademiktarih.com/pdfler/store/remziduran4.pdf, erişim; 28 Şubat 2017
[5]   Padraic Rohan, Saint Paul and The Seven Churches of Asia Minor, Silk Road Publication, s.33
       [6]   http://konya.gov.tr/genel-kultur,
[8]    Nur İnci Fırat, s.348
[9]    Kazım Küçükköroğlu, Ulusal Mimarlık Dönemi Konya Yapılarında Türk Çini Sanatından Yansımalar, İstem yıl 12, sayı 23, s.77                 http://dergipark.gov.tr/download/article-file/260952, erişim 28 Şubat 2017 
[10]  Tarihsel Çevre Koruma Politikaları- Konya,  Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınlar: 101,  Ekim 2016,  III.Bölüm,        http://mehmet-urbanplanning.blogspot.com.tr/2012/03/tarihsel-cevre-koruma- politikalari_03.html, erişim 21 Şubat 2017
·     Eyvan; farsça bir kelimedir, Türkçeye de geçmiştir. Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklularının cami ve medreselerindeki üç yanı kapalı, avluya bakan yanı açık, üstü tonozla örtülmüş, yerden yüksekçe zeminli yeri ifade eder.
       Revak, sırtı bağlı bulunduğu binaya dayalı, ön cephesi açık, üstü örtülü ve örtüsü sütunlarla ya da  payelerle taşınan mekana verilen ad. Güneşten ya da yağmurdan korunma amaçlı işlevsel revaklara sundurma adı verilir.
[13]    http://www.muze.gov.tr/tr/muzeler/ince-minare-medrese-tas-ve-ahsap-eserleri-muzesi, 
       [14 ]    Yukarı da fotoğrafı da verilen  kapı girişi tabela bilgisi
[16]    Cami önündeki bilgi tabelası
      ·     mahfel: toplanılan yer, toplantı yeri, camilerde tahsisli yüksek kısım hünkar mahfili, müezzin mahfili
       [17]  Karatay Medresesindeki bilgi tabelası 
       [18]  Karatay Medresesindeki bilgi panosu
       [19]   Sıçalı Medrese  bilgi panosu 
       [20]  http://www.konya.gov.tr/genel-kultur