17. Ekim 2016
KONYA
Konya Kısa Tarihçesi
Konya
ve çevresinde yerleşik düzen “Prehistoric”/ tarih
öncesi çağlardan başlamaktadır ve bu çağ içinde Neolitik- Kaltolitik-Erken
Bronz çağı kültürleri görülür. Bu çağın iskan yeri olan höyükler, Konya il
sınırları içinde yer alır ve neolitik döneme ( MÖ. 7000-5500 ) ait buluntular
Çatal höyük’teki arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Konya il sınırları
içinde bulunan Karahöyük’te ise Hitit yerleşimleri görülür[1].
Trakya’dan
Anadolu’ya göç eden Frig kavimleri Hitit egemenliğine son vermişlerdir. Alaaddin
Tepesi, Karapınar, Gıcıkışla ve Sızma gibi bölgelerden elde edilen buluntular
MÖ VII yy’a aittir. Friglerden sonra “Kwania”/
Konya, Lidya’lılar ve Büyük İskender’in
istilasına uğramış, daha sonra da Anadolu’da Roma hakimiyeti sırasında “Iconium” olarak varlığını sürdürmüştür
(MÖ 25).
Antakya’dan
Toros dağlarını aşarak Anadolu’ya gelen Hıristiyan azizlerinden St.Paul, misyonerlik ziyaretlerini bugün
Yalvaç civarında bulunan “Pisidia
Antiochia”/ Pisidia Antakya’sına ve “Iconium”/
Konya’ya ve civarına yaptığı, bu ziyaretlerden sonra bu bölgelerde
Hıristiyanlığın yayıldığı bilinmektedir[2].
St.Paul
günlerinden sonra Konya’nın bol miktarda bulunan yazıtlardan Konya’nın Roma askeri kolonisi olduğu
görülmektedir. Bugün Roma İmparatorluğu ile ilgili buluntular, lahit ve
yazıtlar Konya Arkeoloji Müzesi’nde bulunmaktadır.
Hatunsaray, Lystra (Derbeş), Leodika (Ladik), Sille önemli Bizans yerleşimleri olmuş, İslamiyet’in Anadolu’da yayılmasıyla Bizans/
İstanbul’a Arap akınları başlamış, Emevi ve Abbasiler Konya üzerinden akınlar
yapmışlardır[3].
1071
Malazgirt Savaşı’ndan sonra 1072 ’de Alpaslan’ın ölümü sonrası Kutalmış
oğullarından Süleyman Şah, Anadolu’ya gelmiş, Anadolu’nun büyük bir kısmı ve “Kostantinopolis”/
İstanbul yakınındaki “Nikea”/ İznik
şehri ve Konya, Selçuklular tarafından
Bizanslıların elinden alınmıştır. Anadolu
Selçuklu Sultanı Süleyman Şah, 1076 yılında Konya’yı başkent yapmış, 1080
yılında ise başkent İznik’e taşınmıştır.
I. Kılıçaslan 1097 yılında başkenti
tekrar Konya’ya taşımış, 1097 ile 1277 yılları arasında Konya kesintisiz
Selçuklu başkenti olmayı sürdürmüştür. 1277’de Karaman oğlu Mehmet Bey tarafından
zapt edilerek Konya, Karamanoğlu Devleti hakimiyetine girmiş, 1442’de de
Osmanlı Padişahı II.Murat, Karamanoğlu hakimiyetine son vermiştir.
Konya, Osmanlı devleti zamanında da önemini, ekonomik yapısını korumuştur. Yavuz Sultan Selim Han Mısır ve İran seferleri sırasında, Kanuni Sultan Süleyman Han İran, IV.Murat Han ise Bağdat seferi sırasında Konya’da konaklamıştır.
Cumhuriyet
döneminde de büyüyen ve gelişen Konya, tarihi eserleriyle bir açık hava müzesi
olarak da varlığını sürdürmektedir[4].
Konya’dan Görseller
Konya Sanayi Mektebi
Bugün İl Özel İdaresi tarafından kullanılan Yapı; Merkez Bankası, İplikçi Camii, Ziraat Bankası, PTT, Hacı Hasan Camii,Hükümet Konağı,Eski Osmanlı Bankası, Şerafeddin Camii, Ali Efendi Muallimhanesi ve Mahkeme Hamamı ile çevrili olan tarihi meydan alanı içerisinde yer almaktadır. 1870 yılında Konya valisi Ahmet Tevfik Paşa girişimiyle bir Sanayihane açılmış[5],
bunu 1898 yılında yıktırılan Konya Bedesteni yerine[6]
dönemin valisi Mehmet Ferit Paşa tarafından inşa ettirilen Konya Sanayi Mektebi izlemiş, 1901 yılında eğitime açılmıştır[7].
Konya Sanatlar Mektebi,
Erkek Sanat Enstitüsü,
Konya Erkek Lisesi,
Karatay Lisesi
olarak kullanılan yapı 1979’da yangın geçirmiş ve 1982 yılında Konya İl Özel İdaresi tarafından, Selçuk Üniversitesi Döner Sermaye İşletmesi ile yapılan protokolle bugünkü işlevine uygun olarak restore ettirilmiştir
PTT Binası
(1928) [8]
“Milli mimari, Milli Mimari
Rönesans’ı, Milli Mimari Üslubu, Neo-Klasik Üslup olarak ortaya çıkan,
1970’lerden sonra “Birinci Ulusal Mimarlık Akımı” diye adlandırılan bu akım,
XIX. yüzyıl sonlarında başlamış, 1908 de II. Meşrutiyetin ilanı ile gelişmiş ve
1930’lu yıllara kadar devam etmiştir.
Ziraat Bankası (1928, Konya, Tarihi alan çevresi
Şerafeddin Camii
Konya Şerafeddin camii, yakından ve uzaktan görünüş
Klasik Osmanlı camilerinin yapılarına sahip bir yapıdır. Caminin yerinde ilk olarak XIII. yy ortalarında Şeyh Şerafedin Mesud tarafından bir cami yapılmış olduğu bilinmektedir.
1636 yılında bugünkü cami Memi Bey tarafından inşa edilmiştir. Planı Selimiye Camiine benzer. Harimi örten tek ana kubbe kıble yönünde bir yarım kubbe ile desteklenmiş, ana kubbe ise dört fil ayağına oturtulmuştur[10].
Mahkeme Hamamı
Muhakeme hamamı, çifte hamam olarak
15.yy’ın ilk yarısında Karamanoğlu II. İbrahim bey zamanında yapılmıştır. Değişik
zamanlarda yapılan onarımlarla günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir. Her
iki bölümün planı. Haçvari dört eyvanlı· köşeli hücre
tiptedir. Osmanlılarda ise klasik eyvan modeline rastlansa
da daha çok bir tarafı açık kubbeli yapılar
olarak karşımıza çıkar.
İplikçi Camii
İplikçi Camii,
1201 yılından önce Ebul Fazl -Abdülcebbar
tarafından yaptırılmıştır.
Harim iki destek sırası ile üç sahne ayrılmıştır. 1332
yılında Hacı Ebubekr tarafından genişletilmiş, mihrabın sağ ve solundaki
kanatlar yapılmıştır.
Osmanlı döneminde yangın geçirmiş,
sonra onarılmıştır. En son onarım 1945 yılında yapılmış, 1953- 59 yıllarında Arkeoloji
Müzesi olarak işlev görmüştür.
1960 yılından sonra ibadete açılmıştır.
Camii iplikçiler çarşısında bulunduğu için İplikçi Camii adını almıştır[11].
Alaaddin Caddesi üzerinde bulunmaktadır.
İplikçi Camii bahçesine ilişkin çevre
düzenlenme projesi Konya KTVK Kurulunca uygun görülerek camii bahçesinin genişletilmesine
yönelik kamulaştırma çalışmaları ve uygulamalar sonuçlandırılmıştır[12].
Konya, Kyoto Japon Parkı ( şehrin ortasında bir cennet )
Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından 2010 yılında
hizmete sunulan ve 36 bin metrekarelik alanıyla Türkiye’nin en büyük Japon
Bahçesi olan Konya Japon Parkı, Konya ile Kyoto arasında kardeşlik ilişkilerinin
geliştirilmesi amacıyla yaptırılmıştır.
Hergün 8.oo- 23.oo saatleri arasında hizmet veren Park, özel günlerde davet ve organizasyonlarda da hizmetlerini devam ettiriyor
Şehrin ortasında bir cennet: Kyoto Japon Parkı
İnce Minare Medrese/
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
İnce Minare Taş ve Ahşap Eserler Müzesi
Konya İli, Selçuklu İlçesi’nde, Alaaddin Tepesi’nin batısındadır.
Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus Devrinde Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından, hadis ilmi öğretilmek üzere inşa ettirilmiştir[13].
1258- 1279 yılları arasında inşa ettirilen Medrese, 1956 yılında Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak hizmete açılmıştır. Müzede; Selçuklu, Karamanoğlu ve Osmanlı dönemine ait eserler sergilenmektedir[14].
Konya İli, Selçuklu İlçesi’nde, Alaaddin Tepesi’nin batısındadır.
Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus Devrinde Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından, hadis ilmi öğretilmek üzere inşa ettirilmiştir[15].
1258- 1279 yılları arasında inşa ettirilen Medrese, 1956 yılında Taş ve Ahşap Eserler Müzesi olarak hizmete açılmıştır. Müzede; Selçuklu, Karamanoğlu ve Osmanlı dönemine ait eserler sergilenmektedir[16].
Yapının mimarı Keluk bin
Abdullah'tır. Darü-l Hadis, Selçuklu Devrinin avlusu kapalı medreseleri
grubundadır. Tek eyvanlıdır.
Doğusunda
yer alan taçkapı, Selçuklu Devri taş işçiliğinin en güzel örnekleri
arasındadır. Giriş kemerinin iki tarafında yer alan üçer küçük sütun ve kemer
kavsarası bitkisel ve geometrik motiflerle süslüdür. Cepheden bakıldığında fark
edilemeyen bu mekân, binanın esas eyvanı için simetri teşkil etmektedir.
Kubbeye geçiş pandantiflerle sağlanmıştır. Kubbe kasnağında kûfi yazı ile
"El-Mülkü-Lillah" "Ayet'el Kürsi" yazılıdır.
Yapı ışığını, mazgal ve dikdörtgen pencereler
ile kubbede yer alan fenerden sağlamaktadır. Girişin karşısında avludan üç
basamakla çıkılan basık tonozlu eyvan yer almaktadır. Eyvanın iki yanında kare
planlı, kubbeli birer dershane odası vardır.
Anıtsal
yapının ön cephesi kesme taştandır ve yan duvarlarının dış cepheleri moloz
taştan yapılmıştır. İç mekânlarda tuğla hem statik, hem de dekoratif amaçlı
kullanılmıştır. Kuzeyinde yer alan mescitten bugün yalnız tuğla örgülü mihrabı
kalmıştır.
Yapıya
adını veren minarenin kaide kısmı muntazam kesme taş kaplamalıdır. Beden kısmı
tamamen tuğla örgülüdür. Minare turkuvaz renginde, beyaz hamurlu tuğlalarla
örülmüştür. Minarenin orijinali iki şerefeli iken, 1901 yılında düşen yıldırım,
iki şerefeden birini tahrip etmiştir.
İnce
Minareli Medrese XIX. yüzyılın sonuna kadar faaliyetini sürdürmüştür. 1876-1899
yıllarında tamir edildiği bilinmektedir. Cumhuriyet Devrinde 1936 yılında
başlayan çeşitli onarım çalışmalarından sonra, 1956 yılında Taş ve Ahşap
Eserler Müzesi olarak hizmete açılmıştır
İnce Minâre Dârü’l- Hadîsi
Müzede
Selçuklu ve Karamanoğlu Devrine ait
taş ve mermer üzerine oyma tekniği ile yazılmış
inşa ve tamir kitabeleri,
Konya Kalesi'ne ait yüksek kabartma rölyefler,
çeşitli ahşap malzemeye oyma tekniği ile yapılmış geometrik ve bitkisel
motiflerle bezenmiş kapı ve pencere kanatları,
ahşap tavan göbeği örnekleri ve
mermer üzerine işlenmiş mezar şahidesi ve sandukalar teşhir edilmektedir.
Başkenti Konya olan Selçukluların sembolü;
·
çift başlı kartal, ve
·
kanatlı melek figürlerinin
Güneş Saati, Osmanlı 1211 H- 1797 M
Alâaddin Tepesi
Bilimsel
çalışmalar ve kazılar; üzerinde Selçuklu dönemi eseri Alaaddin Camii ’nin bulunduğu Alaaddin Tepesi’nin, tıpkı Çatalhöyük gibi
yaklaşık 9 bin yıllık bir tarihe sahip olduğunu, 9 bin yıllık bir höyük[1] ve
Konya’da yaşamın ilk başladığı yer olma özelliğini taşıdığını ortaya koymuştur.
Alaaddin
Tepesi; sadece 9 bin yıl önceki insana
ait kalıntıların değil Frigler, Hititler ve daha da önemlisi Anadolu’da ilk
Türk medeniyetini kuran Anadolu Selçuklu Devleti’nin izlerinin bulunduğu,
Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi, Sultan Alaaddin’in sarayının kalıntıları
ile tarihi Alaaddin Camii’nin bulunduğu bir bölgedir.
Konya’yı
Bizanslılardan alarak başşehir yapan
Anadolu Selçukluları, tarihi kalkolatik çağlara kadar uzanan, eski Konya
(İconium) un ören yeri olan höyük ve
şehrin ortasında, etrafı bir iç kal’a ile çevrili bu tepe üzerine
saraylarını ve Alaaddin Camii’ini yaptırmışlardır.
Alâaddin Tepesi
Şehitler Anıtı
Alâaddin Camii
Camiin minberi ve türbe, kapı ve
duvarları üzerinde bulunan kitabeler, camiin yapımına Selçuklu sultanı I.
Rükneddin Mesud’un ( 1116- 1156) son devirlerinde başlanmış, II.Kılıç Arslan (
1156-1192 ) ve I.İzzettin Keykavus ( 1210-1219) devirlerinde devam edilerek
1220 yılında I.Alaaddin Keykubad tarafından bitirilmiş olduğunu ve Alaaddin Camii
adını aldığını göstermektedir.
Camiin, bugün mihrabı ve minberinin
bulunduğu kubbeli bölümü 1 Rükneddin Mes’ud, camii dahilindeki klasik
Selçuklu devri kümbetleri tipindeki Türbeyi de Sultan II. Kılıç Aslan’ın yaptırdığı
anlaşılmaktadır. Caminin batısındaki mahfel· bölümü
ile doğusundaki sütunlu ve vu sütunlara dayanan kemerler ile
neflere ayrılmış bölüme, I. İzzeddin Keykavus zamanına başlanmış, 1. Alladdin
Keykubat tarafından tamamlanmıştır[16].
Caminin mihrabı önüne kubbeli bir sahn bulunmaktadır. İki köşesi duvara, iki köşesi de sütunlara oturan kubbenin kasnağı, renkli mozaik Selçuklu çinileri ile kaplıdır. Kubbe içten tamamen çinilerle kaplı iken zamanla dökülmüş, çiniler yalnız kasnak kısmına kalmıştır. Mihrap da çinilerle kaplı iken, zamanla bozulmuş ve bozuk yerler alçı üzerine kalem işi şeklinde sonradan tamamlanmıştır. 1307 R. (1891 M.) tarihindeki onarımda mihrap mermer olarak oluşturulmuştur.
Minber abanoz ağacından ve birbirine geçme “kündekari” işçilikle meydana
getirilmiştir.
Anadolu Selçuklu devrinin tanınmış bir eseri olan bu minberin
yan yüzleri, kapı şövalyeleri ve alınlığı, arabesk ve rumii motiflerle, küfi
sülüs yazılarla süslüdür.
Minber üzerindeki kitabelere göre bu şaheser; 550 H,
yılı Recep ayında ( Eylül 1155) Ahlatlı
Hacı Mengim Berti adlı sanatkar tarafından Sultan I.Mesud ve II. Kılıç Arlan
zamanında yapılmıştır. Yapımı 40 yıla tamamlanmıştır.
Camide toplam 57 mermer sütun, 8 tane kesme taşlı sütun, 2
tane içeride fil ayağı sütun, 5 tane de dış duvarda fil ayağı sütun vardır.
13 kemerle tutturulmuş
salonda yüksekçe yapılmış bir de sultan
Mahfeli mevcuttur.
Cami dört tarafta bulunan pencerelerden ışık almaktadır.
Kuzeyinde 2, doğusunda bir kapısı bulunmaktadır.
Minber kitabesi, minber kapısı
üzerindedir. (KUFİ) ( Din ve dünyanın sevgilisi, fetih babası, ( fetihler
sahibi) müminler emirinin yardımcısı Kılıç aslan oğlu Mes’ud )
Minber kapısının alınlığında; (Bugün
mülk kimindir? Tek ve Kahhar olan Allah’ındır.) yazılıdır. Sure ( Mumin ) -16.Ayet
Karatay Medresesi
Karatay Medresesi, Selçuklu Devlet adamı Celaleddin
Karatay ( ? - 1254 ) tarafından
yaptırılmıştır.
Celaleddin Karatay 1212 yılında
I. Keykubat döneminde devlet hizmetine girmiştir. Ne zaman doğduğu ve
hangi aileye mensup olduğu hakkında bilgi mevcut değildir. 1252 yılına kadar 40
yıl devlet hizmetinde kalan Celaleddin Karatay, saray ileri gelenleri ve halkın
teveccühünü kazanmıştır. İlk görev
yıllarında emir-i devlet ( katip)
görevinde, 18 yıl boyunca da Alaaddin Keykubad’ın sipahsalarlığını/
komutanlığını ve taşdarlığını / konak emirliğini yürütmüştür.
Alaaddin Keykubat’ın ölümünden sonra
(1243) II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından kendisine ikinci bir görev olarak Hazine- Hassa emirliği görevi
verilmiştir. 1249 yılına kadar bu görevi yürüten Celaleddin Karatay bunan
sonra atabeglig (Atabeg-i Rumi) mevkiine
geçmiş ve ölünceye kadar bu mevkide kalmıştır.
İdareciliği süresince mütevazılığı, dindarlığı ve sadeliğiyle
tanınmış olan Celaleddin Karatay, yaşadığı dönemin ilim ve sanat hayatına da
büyük katkılarda bulunmuştur. 1240 yılında Kayseri-Elbistan yolu üzerinde
yaptırdığı kervansarayı, 1250 yılında Antalya’da yaptırdığı Dârü’s-Sühâsı/
Salihler evi ve 1251 yılında Konya’da yaptırdığı medresesi tanınmış eserleridir[17].
Karatay Medresesi, II. İzzettin
Keykâvus döneminde Emir Celaleddin Karatay tarafından, 649 H./ 1251 M. Yılında yaptırılmıştır. Mimarı
bilinmemektedir. Osmanlılar döneminde de kullanılan medrese XIX.yy sonlarına
terk edilmiştir.
Anadolu Selçuklu Dönemi çini
işçiliğinde önemli yeri bulunan Karatay Medresesi 1955 yılında “Çini Eserler
Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır.
Hadis ve tefsir ilimleri okutmak üzere
“kapalı avlulu medrese” plan tipinde tek eyvanlı ve tek katlı olarak yapılmıştır.
Giriş doğudan gök ve beyaz renkli
mermerden yapılmış kapı ile sağlanmış ve Selçuklu taş işçiliğinin eşsiz bir örneğini teşkil eder. Kapının
üzerinde yapımı ile ilgili kitabe yer almış, diğer yüzeylerinde ise seçme ayet
ve hadislere yer verilmiştir[18].Kapıdan
önce; kubbeyle örtülü (şimdi üzeri açık) bir avluya, buradan da bir kapı ile
medreseye girilir. Medrese avlusunun üzeri, merkezinde aydınlanma feneri
bulunan mozaik çinilerle kaplı kubbe ile örtülüdür. Kubbe kasnağında
duvarların üst kısımlarındaki bordürlerle
ve hücre kapıları üzerindeki panolarda
ayetler yazılıdır. Binanın batı yönündeki beşik tonozlu ana eyvanın kemerinde Besmele ve Ayete’l Kürsî yer almaktadır.
Kubbeye geçiş elemanı olan
üçgenlerde Muhammed, İsa, Musa ve
Davut peygamberlerin isimleri ile dört halife; Ebubekir, Ömer, Osman, Ali’nin
isimleri bulunmaktadır.
Medrese duvarlarındaki mozaik
çinilerin büyük kısmı geçmişte dökülmüştür. Çinilerde kullanılan renkler;
turkuaz (firuze), lacivert ve siyahtır.
Yapılan kurtarma çalışmasında ana
eyvan içerisinde doğu-batı yönünde üzeri
ahşap hatıllarla kapatılmış bir kanal ortaya çıkartılmıştır. Eyvanın kuzeyinde bulunan hücrede orta avlu kenarında
bulunan su giderlerinin tahliyesi için yapılmış künk kanal tespit edilmiş ve
bir bölümünün üzeri cam ile kapatılarak teşhir edilmiştir.
Karatay Medresesi karşıdan
Karatay Medresesi içinden kareler
1254 yılında Kayseri’de hastalanarak vefat
eden Celaleddin Karatay, Konya’ya getirilerek yaptırdığı Karatay Medresesi
içinde bulunan türbesine tahnit edilerek/ mumyalanarak defnedilmişti..
Türbe ve tavanı
Karatay
Medresesi/ Müzesinde sergilenen Selçuklu dönemi çini sanatı örnekleri
Sahip Ata Camii
1258
yılında Selçuklu veziri Sahip Ata tarafından mimar Kelûk bin Abdullah’a yaptırılmıştır.
Larende Caddesi üzerinde yer alan cami külliyenin en
eski yapısıdır. Caminin yanında türbe,
hankah, hamam, çeşme ve dükkanlar bulunmaktadır.
1871 yılında yangın geçiren camii
yerine bugünkü düz çatılı, beş sahınlı
haliyle cami inşa edilmiştir. Eski caminin kıble duvarı, mihrabı ve
anıtsal portali günümüze kadar gelmiştir. Yanan camiden kalan ayaklar ve
başlıklar caminin ahşap direkli, kirişleme çatı üzerine toprak örtülü olarak
inşa edildiğini göstermektedir.
Caminin portali; taş, tuğla, çini mozaik işçiliği bakımından
eşsizdir. Minarelerden soldaki yıkılmıştır. Portalin iki yanında emzikli sebil
bulunmaktadır. Mozaik çini mihrabı dikkat çekicidir.
Medrese Eğitimi
Medreseler İslam ve fen ilimlerinin okutulduğu
yüksek öğrenim seviyesinde eğitim veren
kurumlardır.
Medreselerin ilk olarak devlet eli ile
kurulması, X.yüzyılda Kara hanlılar
zamanında olmuştur. Medreselerin kuruluş
ve gelişmesinde Büyük Selçuklu
Türklerinin rolü büyüktür.
Osmanlı döneminde medreselerde bir
derecelendirmeye ve düzenlemeye gidilmiş olup, özellikle Fatih Sultan Mehmet
döneminde belirgin bir sistem benimsenmiştir.
Medrese hocalarına “müderris”/ profesör, yardımcılarına da
“muîd”/ asistan, araştırma görevlisi
denirdi. Medrese talebeleri de “dânişmend”,
“suhte” veya “talebe” olarak adlandırılırdı.
Hükümdar ya da mali kudrete sahip bulunan
herhangi bir şahıs tarafından medrese kurulabilir ve bir vakfiye ile
işletilmesi sağlanırdı.
Medrese öğretimi parasız olup öğrencilerin
barınma ve beslenme masrafları vakıf gelirinden karşılanır, ayrıca harçlık da
verilirdi.
Müderrisler, muîdler ve medresenin diğer
görevlilerinin maaşları da yine vakıf
gelirinden ödenirdi.
Vakfiyelerde çeşitli idari ve hukuki hükümler
yer alır, giderlerin yanında gelir kaynakları da açıkça belirtilirdi.
Müderrisler hem eğitimi yürütür hem de
idari işleri yaparlardı.
Müderrislerin bilgi ve ehliyetlerinin
yanı sıra mensup oldukları mezhep de önem taşır ve bu husus vakfiyede
belirtilirdi.
Muîd, müderris tarafından kıdemli öğrenciler
arasından seçilirdi. Görevi ilk seviyedeki öğrencilerle meşgul olmak, onlara
derslerini ezberleyinceye kadar tekrar ettirmekti.
Mevcut vakfiyelerden anlaşıldığına
göre Anadolu Selçuklu medreselerinde ekseriyetle 2 muîd, 20 ila 40 arasında
öğrenci bulunurdu.
Sırçalı Medrese
Sırçalı Medrese Anadolu Selçukluları devrinin açık avlulu ve eyvanlı tiplerinden biridir.
Selçuklu sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev II zamanında fıkıh ilmi okutulmak üzere Bedrettin Müslih tarafından 640 H. (1242 M. ) miladi yılında yaptırılmıştır.
Banisine izafeten bir adı da Muslihiye Medresesidir.
Mimarının Tus’lu Osman oğlu Mehmet olduğu eyvanın sol kemeri üzerindeki çini kitabeden anlaşılmaktadır.
Medrese çini mozaiklerle süslü olduğu için “Sırçalı Medrese” olarak adlandırılmıştır.
Medresenin doğusunda kesme taşlardan yapılmış arabesklerle süslü bir portal vardır. buradan tonozla örtülü giriş eyvanına geçilir.
Giriş eyvanının sağında Bedrettin Muslih ailesine ait bir türbe mevcuttur. Türbenin basık tonozlu üst örtüsü hasır örgüsü şeklinde sırlı tuğlayla süslüdür.
Medrese avlusunun karşısında karşısında sivri kemerli ve mihraplı eyvanı,
bu eyvanın sağ ve solunda üst örtüleri kubbeli kışlık dershane odaları yer
alır. Eserin kuzey ve güneyinde talebe hücreleri sıralanır.
Medresenin firuze, lacivert, patlıcan moru ve kahve renkli mozaik çinilerden büyük bir kısmı dökülmüştür. Anadolu Selçukluları devrinin bir sanat şaheseridir[19].
Mevlâna Celaleddin Rumi ( 1207-1273 )
Mevlâna
30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan
yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur.
Mevlâna'nın
babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin
Sultanı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled'dir.
Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.
Sultânü'l-Ulemâ
Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle
Belh'ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'l-Ulemâ 1212 veya 1213 yıllarında
aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrıldı.
Sultânü'l-Ulemâ
Nişâbur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket etti. Hac
farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra
Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldi.
Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdıkları medreseye yerleşti[1].
1222
yılında Karaman'a gelen Sultânü'l-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldı. Mevlâna
1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu
evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu oldu.
Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerra Hatun
ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir
Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.
Bahaeddin
Veled, sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve
dostları ile geldi. Sultan Alâeddin onu muhteşem bir törenle karşıladı ve ona
ikametgâh olarak Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni tahsis etti. Sultânü'l-Ulemâ,
12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak Selçuklu Sarayı'nın
Gül Bahçesi seçildi. Günümüzde müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'na
bugünkü yerine defnedildi.
Sultânü'l-Ulemâ
ölünce talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın
çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler.
Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde
vaazlar veriyordu. Medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.
Mevlâna
15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile
karşılaştı. Mevlâna Şems'te "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de
"Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems
aniden öldü. Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha
sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin
yerini doldurmaya çalıştılar.
Mevlana Müzesi
[1] Nurcan İnci Fırat, Konya’daki Eski Sanayi Mektebi, s.347,
http://acikerisim.fsm.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11352/659/F%C4%B1rat.pdf?sequence=1, erişim; 28 Şubat 2017
[2] Ali Baş, Tolga Bozkurt, Konya Bedesteni, s. 514 file:///C:/Users/pc/Downloads/780-1542-1-SM.pdf,
[3] Remzi Duran, Gülay Apa, Tolga Bozkurt, Mustafa Çetinaslan, Konya’daki Geç Dönem Osmanlı Yapıları, s.241 http://www.akademiktarih.com/pdfler/store/remziduran4.pdf, erişim; 28 Şubat 2017
[5] Padraic Rohan, Saint Paul and The Seven Churches of Asia Minor, Silk Road Publication, s.33
[9] Kazım Küçükköroğlu, Ulusal Mimarlık Dönemi Konya Yapılarında Türk Çini Sanatından Yansımalar, İstem yıl 12, sayı 23, s.77 http://dergipark.gov.tr/download/article-file/260952, erişim 28 Şubat 2017
[10] Tarihsel Çevre Koruma Politikaları- Konya, Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınlar: 101, Ekim 2016, III.Bölüm, http://mehmet-urbanplanning.blogspot.com.tr/2012/03/tarihsel-cevre-koruma- politikalari_03.html, erişim 21 Şubat 2017
· Eyvan; farsça bir kelimedir, Türkçeye de geçmiştir. Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklularının cami ve medreselerindeki üç yanı kapalı, avluya bakan yanı açık, üstü tonozla örtülmüş, yerden yüksekçe zeminli yeri ifade eder.
Revak, sırtı bağlı bulunduğu binaya dayalı, ön cephesi açık, üstü örtülü ve örtüsü sütunlarla ya da payelerle taşınan mekana verilen ad. Güneşten ya da yağmurdan korunma amaçlı işlevsel revaklara sundurma adı verilir.
[13] http://www.muze.gov.tr/tr/muzeler/ince-minare-medrese-tas-ve-ahsap-eserleri-muzesi,
[14 ] Yukarı da fotoğrafı da verilen kapı girişi tabela bilgisi
[16] Cami önündeki bilgi tabelası
· mahfel: toplanılan yer, toplantı yeri, camilerde tahsisli yüksek kısım hünkar mahfili, müezzin mahfili
[17] Karatay Medresesindeki bilgi tabelası
[18] Karatay Medresesindeki bilgi panosu
[19] Sıçalı Medrese bilgi panosu
[20] http://www.konya.gov.tr/genel-kultur,
[17] Karatay Medresesindeki bilgi tabelası
[18] Karatay Medresesindeki bilgi panosu
[19] Sıçalı Medrese bilgi panosu
[20] http://www.konya.gov.tr/genel-kultur,